Günümüzde
eğitimin kurumsal bağlamda, önceki zaman dilimlerine göre hem dikey olarak
içerdiği yılların uzadığına, yaşam boyu eğitim anlayışının iyice yerleştiğine,
eğitimin neredeyse “yaşsız” olduğuna; hem de yatay olarak çeşitlendiğine tanık
olmaktayız. Eğitimin öğrenenler ya da öğrenciler açısından “öğrenim”,
öğretenler açısından da “öğretim” adını alan farklı görünümleri, bu
etkinliklerin içeriğinin, neyin ya da nelerin, kime, nasıl, niçin, hangi amaçlar
çerçevesinde sunulacağını mercek altına almayı gerekli kılıyor. Örneğin; alan
bilgisinin içeriğinin ne ölçüde, nasıl aktarılacağı konusu, günümüzde “müfredat”
ya da “öğretim programı” olarak adlandırılmaktadır ve müfredatın/öğretim
programının belirlenmesi son derce özenli bir çalışmayı gerektirmektedir. Bu
çalışmalar zaman zaman gözden geçirilmekte, demokratik ülkelerde tartışma
ortamına çekilmekte, tarafların vardıkları mutabakatla, karşılıklı anlayış
geliştirilerek, kurumsallaşmaktadır.
Müfredatın
ya da öğretim programının (curriculum)
dışında, en az onun kadar önem taşıyan, müfredatın dışında olmakla birlikte,
onun ayrılmaz bir parçası ya da tümleyici ögesi olması istenen “extra curriculum” olarak adlandırılan
çalışmalar da vardır okulda ve üniversitede. Okul öğretiminde/eğitiminde
ve/veya üniversite öğretiminde/eğitiminde bu eğitim bağlamının son derece
önemli olduğu günümüzde iyice anlaşılmış durumdadır.
Eğitimin
planlanmasında çok daha iyi noktalara geldiği dünya ölçeğinde kabul gören
ülkelerde uygulanan IB (Uluslararası Bakalorya) programında bu türden çalışmaların
“yaratıcılık, etkinlik, hizmet etme” CAS (Creativity,
Activity, Service) adı altında toplandığı bilinmektedir. Yetişmekte olan
çocuktan ve/veya gençten, yaratıcı olması, etkin olması, hizmet etme
anlayışıyla okul ve okul dışı ortamda yer alması beklenmektedir. Burada anılan
başlıklar her şeyden önce kişinin kendisini keşfetmesi, tanıması, içgücünü,
güçlerini kavraması, anlaması olarak da değerlendirilebilir.
Yetişmekte
olan öznenin, kişinin, kurumsal adlandırılışıyla öğrencinin, bu yolla, herhangi
bir durum karşısında nasıl bir duruş içinde bulunma olanağının olduğunu
anlamaya çalışması, yaşama dünyasına hazırlanmanın belki de en önemli, en
değerli yolu olarak görülebilir. Olabildiğince erken yaşlardan başlayarak,
çocukların karşılaştıkları durumları saptamaları, adını koyabilmeleri, söz
konusu durumları çözümlemeleri ve ardından da çözüme kavuşturabilme konusunda etkin
olmaya çabalamaları son derece önemlidir. Sorunların adının konması, başka bir
deyişle saptanması, çözümlenmesi ve ardından da çözüme kavuşturulma istemine
eşlik edecek olan da bilgidir. Sorunlar ancak bilgi eşliğinde saptanır,
çözümlenir ve çözüme kavuşturulursa, gerek kişilerarası ilişkilerde, gerek
kişiler-kurumlararası ilişkilerde yol alınabilir. “Bilgi güçtür” sözü tam da bu
noktada “insanca anlamı”na kavuşur.
Bilginin
sorun saptayıcı ve çözücü özelliğiyle özgürlük arasındaki ilişki de üzerinde
durulması gereken bir başka konudur. İnsan-dünya sorunları ilişkisinde bilgi
sorun çözücü gücüyle hem yaratıcılığı kışkırtır, hem de insanı özgürleştirir;
tam tersine, bilgi olmayan ise hem yaratıcılığı ortadan kaldırır, hem de insanı
tutsak eder. Gerek okullarda gerek
üniversitelerde öğretim programlarının ya da müfredatın dışındaki; okullardaki
geleneksel adıyla “eğitsel kollar” ya da üniversitelerdeki yaygın adıyla,
“öğrenci toplulukları”, “öğrenci kulüpleri” öğrencilerin kendilerini özgürce
anlamalarında, kendi varoluşlarına özgürce yapacakları yolculukta birincil
derecede önemlidir. Ancak burada altı çizilmesi gereken nokta, her türlü bilgi
dışı ve hatta psişik yüklerden sıyrılmış, bilgiye dayalı değerlendirme ediminin
önemidir.
Adı
geçen kulüpler ya da topluluklar birer öğrenci girişimi olarak
değerlendirilmelidir. Öğrenci kulüplerinin ya da topluluklarının aynı zamanda
üniversitelerin sivil toplum kuruluşu olarak da dikkate alındığı bilinmektedir.
Bu açıdan da konuya yaklaştığımızda, nasıl ki sivil toplum kuruluşları bilgiye
dayalı olarak bir toplumun gereksinimlerine yanıt vermek üzere ortaya çıkıyorsa
ya da çıkması gerekiyorsa; üniversitede yer alan ya da yer alması istenen bir
öğrenci topluluğunun ya da kulübünün, belli bir gereksinimi karşılayacak
şekilde örgütlenmesi, yapılanması gerekir. Bir öğrenci girişimi olarak öğrenci
kulübü ya da topluluğu, belli bir gereksinime dayalı olarak, kendi içinde aynı
zamanda “sistemli, etkili, sürekli” (SES) bir yapılanış içinde olmalı ve aynı
zamanda da, benim kısaca 4 K diye adlandırdığım, iletişimi güçlü
(komünikasyon), eşgüdüme dayalı (koordinasyon), işbirliğine açık (kooperasyon),
birlikte yaşama kültürüne (koalisyon) yatkın bireylerden oluşmalı ve bunların
her birinin eşliğinde bireylerin/kişilerin gelişimine, yaratıcılığına, etkin
oluşuna ve hizmet sunuşuna (CAS) katkıda bulunmalıdır.
Uzun
yıllardan beri üniversiteyi yaşayan bir kişi olarak, aynı zamanda da 1997’den
beri (ilkin İstanbul Üniversitesinde, 2000’den beri de Maltepe Üniversitesinde)
öğrenci kulübü danışmanlığı yapan biri olarak, kulübe üye olan öğrencilerimin
felsefi düşünmeyle buluşmalarına, felsefe bilgisiyle dünyaya bakmalarına, aynı
zamanda felsefeyi bir yaşama yolu olarak da algılamalarına yardımcı, daha
doğrusu kolaylaştırıcı olmaktayım. Danışmanlığın ya da buradaki konumuyla
mentörlüğün ne denli önemli olduğunu bizzat yaşayarak biliyorum.
Kulüplerde
ya da öğrenci topluluklarında yer almak, aynı zamanda, öğrencilerin kendi
aralarında da bir tür mentörlük ilişkisi kurmaları anlamına da gelebilir. Kaldı
ki öngörülü üniversiteler, geleceğe seslenen üniversiteler, “Akran
Mentörlüğü”nü kurumsal olarak öne çıkarmaktadırlar; bu konuda ayrıntılı
çalışmalar yapmaktadırlar. Bu bağlamdaki mentörlükte akranlar, birbirlerine
akademik, yönetimsel ve sosyal olarak da katkıda bulunmaktadırlar. Akran
mentörlüğünün özellikle sosyal boyutu, öğrenci kulübü ya da öğrenci topluluğu
çalışmalarıyla da doğrudan bağlantılıdır; hatta bu çalışmalarla mentörlük
somutlaşmaktadır.
Özetle;
gerek okul, gerek üniversite ortamında doğrudan
ders ya da müfredat dışı çalışmaların öğrencilerin birey ve kişi olarak, aynı
zamanda yurttaş ve ağdaş olarak gelişimine sağlayacağı katkı, eğitim
ortamlarının tüm taraflarınca ayrıntılı ve destekleyici olarak dikkate alınmalı
ve geliştirilmelidir. Son yıllarda Millî Eğitim Bakanlığının ve Yükseköğretim
Kurulunun, üniversitelerin konuya dikkat çekmeleri; özellikle Millî Eğitim
Bakanlığının başarıyı ölçmede bu türden çalışmaları göz önünde bulunduracak
düzenlemelere girişmesi son derece önemlidir. Okul, üniversite, kısaca öğrenim,
öğretim, eğitim yıllarında yapılan bu çalışmaların yaşama dünyasına bir hazırlık
olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Güçlü okul, güçlü üniversite bilgiye dayalı
olarak öğrenci girişimine yol açan, fırsat tanıyan okuldur, üniversitedir ve bu
ortamlarda, kurumlarda öğretim programı ya da müfredat kadar, bunların dışında
kalan çalışmaların da büyük rolü vardır.